fbpx
        Kapat
        MENU

        Hasan VARDAR

        1988 yılında 10 yaşında bir çocukken, elimdeki makineyle içinde film olmaksızın, durmadan deklanşöre basıp gördüğüm her şeye fotoğraf çekmeye çalıştığımı gören ailem bu sevdamın yıllardır devam ediyor olmasından ötürü beni ilk ustamın yanına verdiler. Artık çıraktım. Yani eskilerin deyimiyle “çırak verilmek.” Küçük ama bu yaşta ilk aşkını yakalamış bir çocuk… Her anını sevgisi, tutkusu fotoğraf olan bir çocuk olarak yaşıyordum. Tüm zamanımı bu uğraş için harcıyordum. Zaman bana bir türlü içimdeki o özgür çocuğu serbest bırakma fırsatını vermiyordu. İzliyor, nasıl poz verildiğini görüyor, karanlık odada ve ustamın yanında bu büyük tutkum uğruna saatlerimi kaygısızca geçiriyordum. Ama ilk günlerimde sadece izliyor, izliyor, izliyordum.

        Günün birinde ustam bir iş için dışarı çıktığında çekim için gelin ve damat içeri giriverdi. Çekim istiyorlardı ve zamanları da yoktu. Telaşlıydım, korkuyordum. Bu durumdan en az zararla nasıl kurtulabilirdim? Başımdaki bu tatlı bela neydi? Benim için belki de çok büyük bir fırsattı bu. Bir masal kahramanı gibi çifti stüdyoya aldım. Dakikalar korkularımı alıyor beni korkusuz bir kahramana dönüştürüyordu. Tripotun üzerindeki makine sanki bana gel diyordu. Bu nasıl bir cesaretti? Bu ne onurlu bir zaferdi? Hatta kısacık boyumla makineye uzanıyor hiç birşey düşünmüyordum. Deklanşöre basıyor, basıyordum. Dünya benim, evren benimdi artık. İş bitmişti. Çifti uğurladım. Üzerimdeki narkoz yavaş yavaş geçiyor ve ben uyanıyordum. Banyoya koşarken üzerimdeki telaşı bir anlayabilseniz beni anlayabilirdiniz. Korku, telaş, heyecan ve helecan hepsi benimleydi. Yaptıklarımın esiri olmuştum artık. Kurtulamıyordum. Bu ilk filmimdi. Filmi banyo ederken yaparken bir asır sürecek diye düşünüyordum.

        Düşündükçe hala tatlı bir gülümseme oturur dudaklarıma. Daha sonra ustam geldi. Yine kendime güvenir bir üslupla tüm yaptıklarımı anlattım. Hala o sihirli el üstümdeydi, koruyordu beni… Heyecanlıydım; gözlerim ve kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Ustamın yüzünde belli belirsiz, anlamlı anlamsız tavırlar vardı. Ben yaptığımın doğru olduğunu düşünüyordum, ben bu işi başarırım diyordum. Gelecek olan ne ise şimdiden razıydım. Razıydım tüm cezalara. Ustam fotoğraflara baktı, çevirdi, inceledi, sırtını döndü. Renk vermiyordu herhalde bana. Sonra da belki otoriteyi koruma adına, belki de “ustalar konuşurken çıraklar keser sesi.” atasözünden hareketle beni de küstürmemek adına hafif bir tokatla sanki uyardı beni…

        Yine de oturdu içime, kor gibi kül yangını… Onlarca ödül ve ünvanla dolu yılların arkasından bugün, o günkü heyecanın, korkunun izleri asla silinmedi; ne beynimden ne de kalbimden. Geriye bir başarı öyküsü kaldı.